8 Şubat 2016 Pazartesi

Eşkıyanın da Asfiyanın da Allah'ı Bir

(Aylar önce kaleme alındı bu yazı ama ne yazık ki hala güncel.)
Hanidir kendimi tecrit ettim gündemden… Daha doğrusu çok uzun zamandır tecrit hayatı yaşıyordum da  bariyerlerimi daha bir yükselttim. Ben ve deveran arasında küçük bir kapak var, ara ara açıp bakıyorum ne olup bitiyor diye, geri dönüyorum kendi dünyama.  Çoğu içimi acıtıyor, acıması bir şey değil, ruhumu örseliyor.  İnsanlar ne cesur… Üstte Selahaddin Demirtaş’ın resmi “din derslerini kaldıracağım” diyor, altta “dedenin yapamadığını sen mi yapacaksın Ebu Cehil torunu” anlamına gelen bir şeyler Necip Fazıl’dan… Demirtaş’ın Allah’la,  İslam dini ile ilişkisini bilmem, Allah’ı tanımaz olduğunu ağzından duymadım. Ben “mücerred” dünyamda iken söylediyse bilmem.” Spekülasyon ve provokasyona sebep olmayacağını bilsem polis cenazelerine gitmek isterdim” dediğini okudum. “Sen herkesi kucaklayabilen doğru bir çizgiye sahip olabilseydin böyle bir korkun da olmayacaktı.” dediğim kişi.  Demirtaş’ın başında/içinde olduğu yapı, kana hayır demiyor bir türlü, bütün önyargılardan uzak dinlemeye çalışıyorum, nafile. Ama ona hakaret ederek gidebileceğimiz bir yol yok, başarılı siyasetler üreterek Kürt canların üzerine yapışıp kalan şu “mağdurluk edebiyatı” kozunu ellerinden almadıkça yürünecek yol yok.  Bu insan milyonlarca kişiden şu ya da bu sebepten oy almış, ona hakaret bu tercihte bulunanların tamamına yönelmiş olmaz mı? Bu partiye oy verdi diye bir şarkıcıya alenen it diyenleri okudum, eleştir, gitme konserine ama hakaret..? Terörist cenazelerine sövenler… 
Diyelim gerçekten de inkar etti Demirtaş, herkesin ömrünün son demine kadar vakti yok mu? Kimin kalbine geri dönüşü olmayan mührün vurulduğu bilgisi kimin elinde? Kör kadıya bile” selamün aleyküm kör kadı” demek yok bizim semtte. Allah sadece bizim Allahımız değil, hatırda tutmak lazım. Allah münkirlerin de, müşriklerin de, eşkıyanın da esfiyanın da Allah’ı… O Allah’ın yaratması hürmetine kuluna da özenli davranmak lazım. Bahane hazır: “Onlar bize öyle davranmıyorlar ama.“ Kur’an inanmayanlar özelinde söylemişti ama inançsızlıkla özdeşleştirilen hasletler içinde en önemli unsurlardan biri oldu hep: “Bir mümin hakkında hiçbir bağı gözetmeyenler” var ve hep olacak…. Bunu Allah söylemişken, herkesin önümüzde saygıyla eğilmesini bekleyecek miyiz?
Bunların hepsinin ardında kadim bir ortak dert var: Küfürle, şirkle, terörle, sarhoşluk, zina, kumarla, yalancılık, ihanet, sahtekarlık, fikirsizlik, şükürsüzlük  ve falan ve filanla, aklınıza gelebilecek  nassla belirlenmiş ve belirlenmemiş her tür melanetle göğüs göğüse sınırında tutulması gereken mücadele sürecini;  kafirle, müşrikle, teröristle, sarhoş, zani, kumarcıyla, yalancı, hain, sahtekar ve fikirsiz, şükürsüzle mücadele etmekle karıştırıyoruz. Oysa kimin bu evsafta daimi olduğunu, kimin geçici olarak o vadiden geçtiğini bilmek, hükmü kesmek sadece ve sadece Allah’a ait bir iş. Bizim tutturduğumuz bu tarzın rant düzeyi daha yüksek, kabul etmek lazım, çünkü ötekine öfke kustukça, sövüp saydıkça biz de daha Müslüman, daha temiz, daha berrak olduğumuzu düşünüyoruz. Oysa hikaye şu: Bizim derdimiz suçluyla değil, suçla. (Tıpkı iyi eylemleri gerçekleştirenle değil, iyi eylemlerin bizzat kendisi ile uğraşmamız gerektiği gibi. Biz günde beş kere hayatımıza sokulan namazın bile Allah’ın kriterlerine göre olup olmadığından emin değiliz. Biz ancak namazın çok kıymetli bir eylem olduğunu söyleyebiliriz, yoksa ferden ferda herkesin namazının kalitesi hakkında hüküm vakti yarın. O zamana kadar biz ancak elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmakla mükellefiz. Eski zaman dualarının en etkileyici cümlelerindendi: ”İbadetlerimizi paçavra gibi yüzümüze atma ya Rab!”) Enerji suçtan suçluya,  döndüğü an, son derece kaygan bir zemine adım atılmış demektir. Bu nedenle Demirtaş’ın fotoğrafını o cümleyle beraber okuyunca ardı sıra yürümek zorunda olduğumuz ilkeler adına korktum gerçekten. “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et” diyen bir Peygamberin izinden gitmekteyiz biz. “Hissettiği kin, öfke doğru yoldan, adaletten ayırmayacaktı” mümini. Her tür olumsuz durumda bile ilkeli davranacak şekilde eğitilen bir arka plana sahibiz biz. “Başkasının kutsalına, değerine sövme” diye uyaran bir Aziz Kitap var elimizde… Dolayısıyla teenni ile davranma olgunluğu herkesten önce bizim boynumuzun borcu. Eleştirebiliriz, öfkelenebiliriz, kulağımıza hiç de kabul edilebilir şeyler söylemeyen bu söylem başarılı olmasın diye sonuna kadar ahlaki yollarla mücadele edebiliriz ama hakaret edemeyiz. Tamam, herkesin canı çok yandı. İnfial zamanı, nereye evrileceği belli olmayan bir sürecin içinden geçiyoruz. İşte tam da bu sebepten Müslümanca düşünmeye, refleks geliştirmeye en çok ihtiyacımız olan zamanlar. Mümin olmak, her zaman taşın altına elini koymaya hazır olmayı beraberinde getirmiyor muydu? Bu ayetler sadece telaffuz edelim de sevap alalım diye değil, tam da böyle zamanlarda yol haritasını çizelim, rotayı şaşmayalım diye indi. Hele Harici mantığın hortladığı bu şimdiki zaman imtihanında, dualarla, sağduyuyla öfkeyi de, acıyı da, iktidarda olmanın gücünü de kontrol edecek güce ihtiyaç var. Kendine bilinçli Müslüman diyecek olanlar da sloganlara sarılacaksa vah…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder