(Aylar önce kaleme alındı bu yazı ama ne yazık ki hala
güncel.)
Hanidir kendimi tecrit ettim
gündemden… Daha doğrusu çok uzun zamandır tecrit hayatı yaşıyordum da bariyerlerimi daha bir yükselttim. Ben ve
deveran arasında küçük bir kapak var, ara ara açıp bakıyorum ne olup bitiyor
diye, geri dönüyorum kendi dünyama. Çoğu
içimi acıtıyor, acıması bir şey değil, ruhumu örseliyor. İnsanlar ne cesur… Üstte Selahaddin Demirtaş’ın
resmi “din derslerini kaldıracağım” diyor, altta “dedenin yapamadığını sen mi
yapacaksın Ebu Cehil torunu” anlamına gelen bir şeyler Necip Fazıl’dan… Demirtaş’ın
Allah’la, İslam dini ile ilişkisini
bilmem, Allah’ı tanımaz olduğunu ağzından duymadım. Ben “mücerred” dünyamda
iken söylediyse bilmem.” Spekülasyon ve provokasyona sebep olmayacağını bilsem
polis cenazelerine gitmek isterdim” dediğini okudum. “Sen herkesi
kucaklayabilen doğru bir çizgiye sahip olabilseydin böyle bir korkun da
olmayacaktı.” dediğim kişi. Demirtaş’ın
başında/içinde olduğu yapı, kana hayır demiyor bir türlü, bütün önyargılardan
uzak dinlemeye çalışıyorum, nafile. Ama ona hakaret ederek gidebileceğimiz bir
yol yok, başarılı siyasetler üreterek Kürt canların üzerine yapışıp kalan şu “mağdurluk
edebiyatı” kozunu ellerinden almadıkça yürünecek yol yok. Bu insan milyonlarca kişiden şu ya da bu
sebepten oy almış, ona hakaret bu tercihte bulunanların tamamına yönelmiş olmaz
mı? Bu partiye oy verdi diye bir şarkıcıya alenen it diyenleri okudum, eleştir,
gitme konserine ama hakaret..? Terörist cenazelerine sövenler…
Diyelim gerçekten de inkar etti
Demirtaş, herkesin ömrünün son demine kadar vakti yok mu? Kimin kalbine geri
dönüşü olmayan mührün vurulduğu bilgisi kimin elinde? Kör kadıya bile” selamün
aleyküm kör kadı” demek yok bizim semtte. Allah sadece bizim Allahımız değil,
hatırda tutmak lazım. Allah münkirlerin de, müşriklerin de, eşkıyanın da
esfiyanın da Allah’ı… O Allah’ın yaratması hürmetine kuluna da özenli davranmak
lazım. Bahane hazır: “Onlar bize öyle davranmıyorlar ama.“ Kur’an inanmayanlar
özelinde söylemişti ama inançsızlıkla özdeşleştirilen hasletler içinde en önemli
unsurlardan biri oldu hep: “Bir mümin hakkında hiçbir bağı gözetmeyenler” var
ve hep olacak…. Bunu Allah söylemişken, herkesin önümüzde saygıyla eğilmesini
bekleyecek miyiz?
Bunların hepsinin ardında kadim
bir ortak dert var: Küfürle, şirkle, terörle, sarhoşluk, zina, kumarla,
yalancılık, ihanet, sahtekarlık, fikirsizlik, şükürsüzlük ve falan ve filanla, aklınıza gelebilecek nassla belirlenmiş ve belirlenmemiş her tür
melanetle göğüs göğüse sınırında tutulması gereken mücadele sürecini; kafirle, müşrikle, teröristle, sarhoş, zani,
kumarcıyla, yalancı, hain, sahtekar ve fikirsiz, şükürsüzle mücadele etmekle
karıştırıyoruz. Oysa kimin bu evsafta daimi olduğunu, kimin geçici olarak o
vadiden geçtiğini bilmek, hükmü kesmek sadece ve sadece Allah’a ait bir iş. Bizim
tutturduğumuz bu tarzın rant düzeyi daha yüksek, kabul etmek lazım, çünkü
ötekine öfke kustukça, sövüp saydıkça biz de daha Müslüman, daha temiz, daha
berrak olduğumuzu düşünüyoruz. Oysa hikaye şu: Bizim derdimiz suçluyla değil,
suçla. (Tıpkı iyi eylemleri gerçekleştirenle değil, iyi eylemlerin bizzat
kendisi ile uğraşmamız gerektiği gibi. Biz günde beş kere hayatımıza sokulan
namazın bile Allah’ın kriterlerine göre olup olmadığından emin değiliz. Biz
ancak namazın çok kıymetli bir eylem olduğunu söyleyebiliriz, yoksa ferden
ferda herkesin namazının kalitesi hakkında hüküm vakti yarın. O zamana kadar
biz ancak elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmakla mükellefiz. Eski
zaman dualarının en etkileyici cümlelerindendi: ”İbadetlerimizi paçavra gibi
yüzümüze atma ya Rab!”) Enerji suçtan suçluya,
döndüğü an, son derece kaygan bir zemine adım atılmış demektir. Bu
nedenle Demirtaş’ın fotoğrafını o cümleyle beraber okuyunca ardı sıra yürümek
zorunda olduğumuz ilkeler adına korktum gerçekten. “Zalim de olsa, mazlum da
olsa kardeşine yardım et” diyen bir Peygamberin izinden gitmekteyiz biz. “Hissettiği
kin, öfke doğru yoldan, adaletten ayırmayacaktı” mümini. Her tür olumsuz
durumda bile ilkeli davranacak şekilde eğitilen bir arka plana sahibiz biz. “Başkasının
kutsalına, değerine sövme” diye uyaran bir Aziz Kitap var elimizde… Dolayısıyla
teenni ile davranma olgunluğu herkesten önce bizim boynumuzun borcu.
Eleştirebiliriz, öfkelenebiliriz, kulağımıza hiç de kabul edilebilir şeyler
söylemeyen bu söylem başarılı olmasın diye sonuna kadar ahlaki yollarla mücadele
edebiliriz ama hakaret edemeyiz. Tamam, herkesin canı çok yandı. İnfial zamanı,
nereye evrileceği belli olmayan bir sürecin içinden geçiyoruz. İşte tam da bu
sebepten Müslümanca düşünmeye, refleks geliştirmeye en çok ihtiyacımız olan
zamanlar. Mümin olmak, her zaman taşın altına elini koymaya hazır olmayı beraberinde
getirmiyor muydu? Bu ayetler sadece telaffuz edelim de sevap alalım diye değil,
tam da böyle zamanlarda yol haritasını çizelim, rotayı şaşmayalım diye indi. Hele
Harici mantığın hortladığı bu şimdiki zaman imtihanında, dualarla, sağduyuyla
öfkeyi de, acıyı da, iktidarda olmanın gücünü de kontrol edecek güce ihtiyaç
var. Kendine bilinçli Müslüman diyecek olanlar da sloganlara sarılacaksa vah…