“Şöyle dua edelim, şu duayı şu kadar okuyalım, şöyle bir dua
zinciri başlattık” diyen davetler geliyor. Utanıyorum, okuyamıyorum. Çünkü
Bosna’da canlar yanarken de, Boşnak kadınlar Sırp kanı taşıyan bebeklerini
taşırken de, binlerce masum şu an bile bilemediğimiz, bulamadığımız mezarlarına
duasız, kefensiz yuvarlanırken, “Açız, insan eti yiyebilir miyiz, tecavüz
sonucu hamile kaldım, kürtaj olabilir miyim?” sorularına fetvalar istenirken de
biz yine işte böyle dua ediyorduk. Adama demezler mi ne zamana kadar fiilsiz, sadece kavlî
dua? Hala aynı dağınık, mağdur İslam
coğrafyası. Hala zalim olmamaya gönül bağlamış ama aynı zamanda mazlum da
olmaması gerektiğini çözememiş İslam ümmeti. Müminleri “İnkârcılara karşı
güçlü, kendi içinde merhametli” olarak tanımlayan Kur’an hükmünü, “İnkârcılara
karşı merhametli, kendi içinde şedid’e dönüştürmüş Kur’an bağlıları.(?) Hala
gücü birbirine yeten, hala küçük hesaplar peşinde koşan, hala saçma-sapan
hassasiyetlere kafa yoran, hala Allah’ın, Resul’ün üzerinde ısrarla durduğu
konularda lakayt, öte taraftan inadına yapar gibi kitabın yazar yerinde olmayan
tali ve çoğu "özel üretim" konularda kılı kırk yararcasına özenli Muhammed
ümmeti. Hala müşrikin ile müşrikat,
kafirin ile kafirat ele ele, omuz omuza mücadele ederken müminin ile müminatın her şeyden önce aynı
yola baş koymuş dava arkadaşı, iman yoldaşı olduğunu çözememiş İslam ümmeti. Bu
sebepten hala kadınlara ayar çekerek daha dindar olmaya çalışan Müslüman beyefendiler,
tanıdığım şu beye selam versem sesim duyulur, duyulsa mı duyulmasa mı diye derin derin düşünen Müslüman
hanımefendiler. Hala aynı tatlı su
dindarlıkları… Hala “deyyusun yüzüne deyyus” diyememiş Müslümanlar. Yakınlarda
Birleşmiş Milletlerde görüşüldü Sırp mezalimi, Rusya veto etti diye Bosna’da
yaşananlara soykırım bile denemedi. Şöyle bir
güce ulaşıp onu hikmetle, adilane kullanamamış biz... Daha nereye kadar bu
zillet, meskenet? Çabuk düzelmez, tamam çünkü çürüme, bozulma yüzyıllar aldı, düzelmesi
de zaman alacak tamam, ama ne kadar? Biz daha ne kadar zaman silkinmeyecek,
daha ne kadar zaman aklımızı başımıza devşirmeyeceğiz? Dua etmek bir yönüyle topu Allah’a atmaktır,
“ben yapabileceğimi son raddeye kadar getirdim, gerisini Sana bıraktım” demeye
getirmektir bazı durumlarda. “Mazlumlara
yardım et onları kurtar Allahım” demeden önce tıpkı Güzel Peygamber’in dediği
gibi “Bizi zalim ve mazlum olmaktan koru” diye dua etmek gerekiyordu belki,” Dua
edebini öğret, dua etmeyi öğret, özüyle
ve sözüyle dua edenlerden eyle. ..” diye yakarmak lazımdı, bilemedik,
yapamadık. Bütün bunları söylemekle asla
duanın gücünü küçümsemiyorum ama bir yerlerde bir şey eksik, onu da fark etmek
lazım. Ben kendi adıma iki aşamalı bir tarz tutturdum, gidiyorum: 1.Şu yarım
yamalak, eciş bücüş dualarımı kabul et Rabbim, ben bana düşeni yapamadım,
benden öncekiler de yapamadı ve ondan öncekiler de. Bizim beyinsizliğimiz, eblehliğimiz yüzünden
masumların incinmesine izin verme. Sen al onların gönlünü. Şu yangın yerinden bir ders çıkarmayı nasip
et ki bize, onlar bu acıları boşu boşuna yaşamış olmasınlar.” demek. 2. Bir de
bu dualarla birlikte, her ne iş yapıyorsam onu en iyi şekilde yapmayı boynumun
borcu bilmek, karınca gibi olmak.
Bu meskenet hali tek bir ferdin doğru adımlarıyla kalkmayacak
üstümüzden ama o bir ferdin doğru adımı olmadan da olmayacak hiç bir şey.
Cok guzel bı yazı içi coook dolu anlayıp yasayabılmek yaşatabilmek dileğiyle... Agzınıza saglık tesekkurler..
YanıtlaSil