22 Mayıs 2016 Pazar

Dua Zincirleri

“Şöyle dua edelim, şu duayı şu kadar okuyalım, şöyle bir dua zinciri başlattık” diyen davetler geliyor. Utanıyorum, okuyamıyorum. Çünkü Bosna’da canlar yanarken de, Boşnak kadınlar Sırp kanı taşıyan bebeklerini taşırken de, binlerce masum şu an bile bilemediğimiz, bulamadığımız mezarlarına duasız, kefensiz yuvarlanırken, “Açız, insan eti yiyebilir miyiz, tecavüz sonucu hamile kaldım, kürtaj olabilir miyim?” sorularına fetvalar istenirken de biz yine işte böyle dua ediyorduk. Adama demezler mi ne zamana kadar fiilsiz, sadece kavlî dua? Hala aynı dağınık,  mağdur İslam coğrafyası. Hala zalim olmamaya gönül bağlamış ama aynı zamanda mazlum da olmaması gerektiğini çözememiş İslam ümmeti. Müminleri “İnkârcılara karşı güçlü, kendi içinde merhametli” olarak tanımlayan Kur’an hükmünü, “İnkârcılara karşı merhametli, kendi içinde şedid’e dönüştürmüş Kur’an bağlıları.(?) Hala gücü birbirine yeten, hala küçük hesaplar peşinde koşan, hala saçma-sapan hassasiyetlere kafa yoran, hala Allah’ın, Resul’ün üzerinde ısrarla durduğu konularda lakayt, öte taraftan inadına yapar gibi kitabın yazar yerinde olmayan tali ve çoğu "özel üretim" konularda kılı kırk yararcasına özenli Muhammed ümmeti.  Hala müşrikin ile müşrikat, kafirin ile kafirat ele ele, omuz omuza mücadele ederken müminin ile müminatın her şeyden önce aynı yola baş koymuş dava arkadaşı, iman yoldaşı olduğunu çözememiş İslam ümmeti. Bu sebepten hala kadınlara ayar çekerek daha dindar olmaya çalışan Müslüman beyefendiler, tanıdığım şu beye selam versem sesim duyulur, duyulsa mı duyulmasa mı diye derin derin düşünen Müslüman hanımefendiler.  Hala aynı tatlı su dindarlıkları… Hala “deyyusun yüzüne deyyus” diyememiş Müslümanlar. Yakınlarda Birleşmiş Milletlerde görüşüldü Sırp mezalimi, Rusya veto etti diye Bosna’da yaşananlara soykırım bile denemedi.  Şöyle bir güce ulaşıp onu hikmetle, adilane kullanamamış biz... Daha nereye kadar bu zillet, meskenet? Çabuk düzelmez, tamam çünkü çürüme, bozulma yüzyıllar aldı, düzelmesi de zaman alacak tamam, ama ne kadar? Biz daha ne kadar zaman silkinmeyecek, daha ne kadar zaman aklımızı başımıza devşirmeyeceğiz?  Dua etmek bir yönüyle topu Allah’a atmaktır, “ben yapabileceğimi son raddeye kadar getirdim, gerisini Sana bıraktım” demeye getirmektir bazı durumlarda.  “Mazlumlara yardım et onları kurtar Allahım” demeden önce tıpkı Güzel Peygamber’in dediği gibi “Bizi zalim ve mazlum olmaktan koru” diye dua etmek gerekiyordu belki,” Dua edebini öğret, dua etmeyi öğret,  özüyle ve sözüyle dua edenlerden eyle. ..” diye yakarmak lazımdı, bilemedik, yapamadık.  Bütün bunları söylemekle asla duanın gücünü küçümsemiyorum ama bir yerlerde bir şey eksik, onu da fark etmek lazım. Ben kendi adıma iki aşamalı bir tarz tutturdum, gidiyorum: 1.Şu yarım yamalak, eciş bücüş dualarımı kabul et Rabbim, ben bana düşeni yapamadım, benden öncekiler de yapamadı ve ondan öncekiler de.  Bizim beyinsizliğimiz, eblehliğimiz yüzünden masumların incinmesine izin verme. Sen al onların gönlünü. Şu yangın yerinden bir ders çıkarmayı nasip et ki bize, onlar bu acıları boşu boşuna yaşamış olmasınlar.” demek. 2. Bir de bu dualarla birlikte, her ne iş yapıyorsam onu en iyi şekilde yapmayı boynumun borcu bilmek, karınca gibi olmak.

Bu meskenet hali tek bir ferdin doğru adımlarıyla kalkmayacak üstümüzden ama o bir ferdin doğru adımı olmadan da olmayacak hiç bir şey.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Öğretmenlik Bir Bayrak Yarışıdır

Dini Hitabet dersindeyiz. Toplumun, dinin temel değerleriyle çelişmeyen kültürünü ötelemenin ilahiyatçıya bir faydası olmadığını, aksine zaman ve zemin kaybettirdiğini, değişim istenen konularda bile önce tanımanın ve kendi bütünlüğü içinde saygı göstermenin önemini konuşuyoruz. Okunmuş pirinç, şeker vs. şeylerin plasebo etkisine sahip olabileceğini söyleyince öğrencimin hayret içindeki cümlesini duydum:" Hocam, valla sizin de bilmediğiniz bir şey yok." “Hay yavrum, bizi öyle olalım diye okutuyorlar ya bu kadar mı!” desem, öğrencinin ağzından olanca doğallığı ile dökülen bu cümlenin işaret ettiği günlük hayattan kopuk hoca beklentisine üzülsem mi bilemedim. Ben bu filmi önceden görmüştüm dedim kendime sonra: Kıymetli Hocam Beyza Bilgin derste öyle güzel değerlendirmeler yapardı ki... Önce büyülenirdim, sonra da canım sıkılırdı, bu benim aklıma nasıl olur da gelmez diye. Durum bir yanıyla -cin olmadan adam çarpma sevdası sebebiyle- komikti, diğer yanıyla da kıymetli.- kendimi yılların profesörü, alanının duayeniyle yarışma içinde hissediyordum demek ki.- Bu ikili duygu halini ta uzun yıllar sonra fark edebilmiştim ancak. Öğrencimde de böyle bir yarışma hali sezinledim, ses tonunda çok hafif bir içerleme de vardı çünkü, sevindim. Öğretmen olmak bir bayrak yarışında oyuncu olmak bana göre, benden öncekilerden aldıklarımı işleyip geliştirerek benden sonrakilere iletmek, onlara zaman ve deneyim kazandırmak demek. Benden daha başarılı olan bir öğrenci, oyunu iyi götürdüğümü de gösterir bana. Benim bazen çok zaman kaybedip öğrendiğim şeyleri o kolayca alsın da yeni ufuklara yelken açsın, emeğini başka yeni şeyler öğrenmeye harcasın, zorlanarak edindiğim deneyim onun işini kolaylaştırsın isterim. Öğretmenlik hayatımın tatlı hatıraları arasına karıştı böylece bu kısacık konuşma da. Bir de dua: Günün birinde bu öğrenci de “Yaa, derste ben ne dediydim Hoca’ya öyle!” diye hatırlasın, tahlil etsin kendini, gülsün ve sevinsin o gün durduğu noktaya.