Konya'da on bir yıl süren komşusuzluğa maruz bırakılma çilem sona erdi. Konyalı canlar, kusura bakmayın, amacım eleştirmek ve artık
ayrıldığım bir yeri karalamak değil ama vakıa da bu. Konya’da en zorlandığım, o
toprağa en yakışmayan hallerden biri bu selamsız komşular bandosu idi. Allah
selamet vere… Serinyol sokaktaki can komşularımla geçirdiğim zaman hariç, (Bu komşuluk hamdolsun uzaktan da olsa hala devam ediyor ve Konya'da komşu deyince aklıma ilk onlar geliyor.) komşuluk ilişkileri tesis etme çetin bir işti benim için. Eskişehir’deki
eve girdim, ilk on dakika içinde kapı
çalındı, “Hoş geldiniz, bir şeye ihtiyacınız var mı?” diye soran, “n’olur
çekinmeyin” diye üsteleyen bir ses duydum. Bir hafta sonra öğrendim ki karşı apartmandaki komşular da
hoşgeldine gelecekler. Sokakta karşılaştığım insanlar selam veriyor, nerede oturduğumu biliyor. Üstelik erkek komşular da hiç dindar(?????!!!!)
değil, merdivenlerde, kapıda karşılaşınca selam veriyorlar adam gibi, hatta
hal-hatır bile soruyorlar. (Dindar olmayan adam, adam olmayan dindar aralığından
ne zaman kurtulacağız acaba?) Konya’da oturduğum son ev komşusuzluk sendromunun
şahikası idi, el-hak. “Beni görmedi herhalde” deyip kendimi teselli etme şansım
bile kalmamıştı, göz göze geliyorduk zira ve ufacık, gerçekten ufacık, bir
insanla karşılaşmış olmanın ufacık bir mimik kımıldaması bile olmadan yürüyüp giden
insanlarla alt alta, üst üste yaşadım. En iyi ev sahibi ödülünü hak eden Mustafa
Bey ve yılın apartman görevlisi unvanına layık Mustafa Abi bile diğerlerinin
yarattığı o travmatik hali hafifletemedi. Karşı komşu (yok, komşu
diyemeyeceğim, karşıda oturan aile) aynı anda kapıda karşılaşsak bile selam
vermeden yürür gider ya da kapıyı kapatırdı. Benden sonra taşınan iki komşu
hariç kimseye Allahaısmarladık demek zorunda kalmadım dersem belki durumun vehameti daha
net anlaşılır. Gençler alışık değil diye ikinci bir yalandan mazeret de
üretemedim zira orta yaş ve üzerinin de benzer tepkiyi verdiğine çoook tanık
oldum. Her taşındığım yerde bir bahaneye tutunmaya çalıştım aslında, burası
emekli mahallesi, biz çok genç geldik buraya, burada da herkes çok yorgun ve meşgul.
Ve falan ve filan. Sosyo-ekonomik açıdan, yaş, hayat tarzı açısından herkesin
birbirine çok yakın olduğu yerde bile selamsızlığa duçar olunca.. Asansöre
binip o yakın mesafede selamlaşmadan, hiç konuşmadan arşa doğru ya da tahte’s-sera
yolculuk yapabilecek insanlar olduğunu fark edince… Bahaneler bitti.
Beklentim sabah kahvesini bende içelim, ikindi
çayına onlara gidelim, kocalardan, bebelerden şikayetlenelim kıvamında bir
iletişim ağı kurmak değildi. “Merhaba-merhaba, nasılsın, sağol, sen?”
kabilinden, ben buradayım (varım), seni gördüm (varsın) anlamına gelecek bir
tanışıklık, bütün ihtiyaç buydu. Ha diyeceksiniz
ki, şikâyet edeceğine karanlıktan, yakaydın ya bir mum. Hamdolsun, yaktım (ama kendi başıma yaktığım tek mum beni aydınlatmadı.) İşte şimdi bu arka plan
üzerine “hoş geldin” diyen bir komşu ilaç gibi geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder