8 Kasım 2014 Cumartesi

Eskişehir'de komşum bana hoşgeldin dedi ve..

Konya'da on bir yıl süren komşusuzluğa maruz bırakılma çilem sona erdi. Konyalı canlar, kusura bakmayın, amacım eleştirmek ve artık ayrıldığım bir yeri karalamak değil ama vakıa da bu. Konya’da en zorlandığım, o toprağa en yakışmayan hallerden biri bu selamsız komşular bandosu idi. Allah selamet vere… Serinyol sokaktaki can komşularımla geçirdiğim zaman hariç, (Bu komşuluk hamdolsun uzaktan da olsa hala devam ediyor ve Konya'da komşu deyince aklıma ilk  onlar geliyor.) komşuluk ilişkileri tesis etme çetin bir işti benim için.  Eskişehir’deki  eve girdim, ilk on dakika içinde kapı çalındı, “Hoş geldiniz, bir şeye ihtiyacınız var mı?” diye soran, “n’olur çekinmeyin” diye üsteleyen bir ses duydum. Bir hafta sonra öğrendim ki karşı apartmandaki komşular da hoşgeldine gelecekler. Sokakta karşılaştığım insanlar selam veriyor, nerede oturduğumu biliyor. Üstelik erkek komşular da hiç dindar(?????!!!!) değil, merdivenlerde, kapıda karşılaşınca selam veriyorlar adam gibi, hatta hal-hatır bile soruyorlar. (Dindar olmayan adam, adam olmayan dindar aralığından ne zaman kurtulacağız acaba?) Konya’da oturduğum son ev komşusuzluk sendromunun şahikası idi, el-hak. “Beni görmedi herhalde” deyip kendimi teselli etme şansım bile kalmamıştı, göz göze geliyorduk zira ve ufacık, gerçekten ufacık, bir insanla karşılaşmış olmanın  ufacık bir mimik kımıldaması bile olmadan yürüyüp giden insanlarla alt alta, üst üste yaşadım. En iyi ev sahibi ödülünü hak eden Mustafa Bey ve yılın apartman görevlisi unvanına layık  Mustafa Abi bile diğerlerinin yarattığı o travmatik hali hafifletemedi. Karşı komşu (yok, komşu diyemeyeceğim, karşıda oturan aile) aynı anda kapıda karşılaşsak bile selam vermeden yürür gider ya da kapıyı kapatırdı. Benden sonra taşınan iki komşu hariç kimseye Allahaısmarladık demek zorunda kalmadım dersem belki durumun vehameti daha net anlaşılır. Gençler alışık değil diye ikinci bir yalandan mazeret de üretemedim zira orta yaş ve üzerinin de benzer tepkiyi verdiğine çoook tanık oldum. Her taşındığım yerde bir bahaneye tutunmaya çalıştım aslında, burası emekli mahallesi, biz çok genç geldik buraya, burada da herkes çok yorgun ve meşgul. Ve falan ve filan. Sosyo-ekonomik açıdan, yaş, hayat tarzı açısından herkesin birbirine çok yakın olduğu yerde bile selamsızlığa duçar olunca.. Asansöre binip o yakın mesafede selamlaşmadan, hiç konuşmadan arşa  doğru ya da tahte’s-sera yolculuk yapabilecek insanlar olduğunu fark edince… Bahaneler bitti. Beklentim sabah kahvesini bende içelim, ikindi çayına onlara gidelim, kocalardan, bebelerden şikayetlenelim kıvamında bir iletişim ağı kurmak değildi. “Merhaba-merhaba, nasılsın, sağol, sen?” kabilinden, ben buradayım (varım), seni gördüm (varsın) anlamına gelecek bir tanışıklık, bütün ihtiyaç buydu.  Ha diyeceksiniz ki, şikâyet edeceğine karanlıktan, yakaydın ya bir mum. Hamdolsun, yaktım (ama kendi başıma yaktığım tek mum beni aydınlatmadı.)  İşte şimdi bu arka plan üzerine “hoş geldin” diyen bir komşu ilaç gibi geldi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder