NEÜ bilgisayar bölümü öğrencileriyle gerçekleştirilen ve evlilik psikolojisi adlı sitede yayınlanan röportajın tam metni.Meraklısına, ihtiyaçtan...
1)
İslam’a
göre evlilik nedir?
Bir tarafıyla işlevsel, bir
tarafıyla kutsal bir anlamı olan, hayatın bazı evrelerinde kutsal, bazı
yokuşlarında ya da inişlerinde işlevsel tarafı ön plana çıkan bir kurumdur.
Kur’an
eş olmayı “Birbirinize örtü olmak” diye açıklar, Bakara Suresi’nde. Kadın
erkeğe, erkek de kadına... Furkan suresinin 74. âyetinde ifade edildiği gibi,
Allah’a“gözümün nuru olacak insanlar ver” diye dua etmek, çok yakın, çok sıcak
ve coşkun bir ilişkiye;bunun Allah’tan talep edilmesinin gerekli olduğuna işaret
eder. Böyle dua edenleri Allah, diğer emirlerine uyanlarla birlikte övdüğü
kulları içinde zikreder. “Göz nuru olacak insanlar var et” demek, kımıl kımıl giden,
zor şer devam edenbir evliliğe işaret etmez. Sen vazifelerini yap, ben de vazifelerimi
yapayım, böyle bir evlilik değil.Çünkü karşılıklı hak ve sorumluluklar
evliliğin ancak bir boyutunu ifade eder.
Hz. Peygamber (s.a.v.) karı-koca birbirlerine sarıldıkları
zaman, birbirlerine sevgi dolu baktıkları zaman bütün günahlarının döküldüğünü,
yakınlık anlarının mükâfatlandırılacağını bildirir. Bütün bu yaklaşımlar, bu
düşünce ağı işin bizim açımızdan kutsal tarafına işaret eder. Ama evlilik tek
başına kutsal bir müessesedir diye tanımlanamaz. Çünkü günlük hayatın içinde
son derece somut meselelerle de uğraşmak zorunda kalır ve bu kutsal algısı
bazen bu somut meselelerin içindeyken işi kolaylaştırmaktan çok zorlaştıran bir
unsur olur. Kutsaldır; o halde biz ona dokunamayız ve karşıdan bakarız. Hayır!
Sorgulanabilir, eğitilebilir, dönüştürülebilir, geliştirilebilir bir ilişki tarzıdır
evlilik. Dolayısıyla dine göre evlilik ilişkisinin hayatın diğer bütün yönleri
gibi bir taraftan Allah’la ve ahiretle ilişkisi olan, doğrudan kutsal yönleri
olan, zihnimizde böyle ilahi neşveler taşıyan bir hali vardır. Öbür taraftan da
ancak sonuçları itibariyle kutsallık potansiyeli olan; çocukların yetiştirilmesi,
büyütülmesi, nafaka temini ve günlük hayattaki meselelerin göğüslenmesi gibi
somut ve “burada” cereyan eden boyutu da vardır. Bu arada unutmamak lazım,kutsallığın bir
uzantısı olarak düşünülebilir: Kuran açısından evlilik pazara kadar, mezara
kadar değil, gerekli şartları sağlamışsa sonsuza kadar devam edebilecek bir
ilişkidir, bu yön beni her zaman çok etkiler. Sonsuza kadar gidecek bir
ilişkinin başlangıcı olabilir nikâh, başlangıçta arzulanan da zaten böyle derin
bir doyum halidir. Her iki taraf birbirinden memnunsa, Allah da onlardan
memnunsa, bu haliyle sonsuza kadar devam edecek bir potansiyeli barındırır
evlilik... Çünkü Kuran cennette tekrar bir araya getirilmeyi, bu hayatın orada tekrar
beraberce süreceğini anlatır bize.. Tabii kadın erkek arasındaki ilişkilerin
çok özel bir kimyası var. Bütün bunlar anlatılınca belki fazla ütopik geliyor,
hele de çevremizdeki evliliklere bakınca. Ancak o kimya tutturulabilirse
bunların hepsi de üretilebilir değerler haline gelir..
2-İslami Bir
Evlilikte Aranan Şartlar nelerdir?
İslami evlilik denince zihnimin
içinde oluşan, bize anlatılan, kodlanan; karşılıklı hak ve sorumluluklara dayanan
bir evlilik tarzıdır. Bize kitaplarda “İslami”
diye anlatılan evlilik tarzı şu: Sen oğlum haklarını ara, kızım sen de
sorumluluklarını yerine getir, oldu sana İslami evlilik??!! Bütün bunlar o çok
özel kimyayı anlatmaktan, ona atıfta bulunmaktan, onu desteklemekten, o kimyanın
her yuvada varlığı için yöntemler aramaktan olabildiğince uzakta.. Standart bir
ilişki tarzına işaret ediyor genel anlatım dili. İslami evlilik terimini
sevmiyorum bu yüzden. Karşılıklı doyum sağlayan evlilik dersen.. İlk söylenmesi
gereken şeylerden biri, her evin kendine has, özel bir dengesi, bir kimyası
olduğudur. Toplumsal beklentiler kadın ve erkek için cinsiyet rolleri
belirlediği gibi bunlara bağlı olarak evlilik rolleri de belirler. Ancak bunlar
standart haline geldiğinde bireysel farklılıkları görmezden gelen bir noktaya
ulaşabiliyor. Oysa her ilişkinin kendine ait bir rengi vardır. O renk içinde
taraflar memnunsa, müdahale edilesi bir durum söz konusu değildir. Yani genel
geçer kadınlık ve erkeklik rolleri üzerinden evlilik tanımlaması yaptığımızda,
bu rollere uymayan evlilikleri baştan çok net bir şekilde refüze ediyoruz. Bazen
eşe yardım ilk baştan kılıbıklık olarak değerlendirildikten sonra geriye
yapılacak az şey kalır, zira o aile iyi ürün vermez diye kodlanır. Herkes bir
şablondan çıkmışçasına karı-kocalık rollerini oynamak zorunda değildir. Toplum
farklı gördüğünü genelde rahat bırakmıyor. İğnelemeyle, alayla geri bildirimde
bulunmayı seviyor, o evlilik içinde normal olan kısa ya da uzun vadeli rol
değişiklikleri eşler tarafından kabul edilmişken çevrenin müdahalesiyle
rahatsız olsak mı sorusunu zihne düşürüyor. Oysa alan razı, satan razıysa; her
evliliğin kendine has bir dili olduğunu kabul etmek gerekir. Bu nedenle genel
geçer, standart bir evlilik algısı olamaz.
Ama siz bana dini hassasiyeti
olan insanların kuracağı yuvada olmazsa olmaz değerleri soruyorsanız bana göre birisi
mutlaka “şura”dır, danışarak iş görmedir. Ama bu danışarak iş görme, bize
anlatılan padişah divanı gibi değildir. Bu anlatıda padişah danışır ama son
kararı her zaman kendisi alır. Oysa şura kararları beraber almayı, gerekirse
olumsuz sonuçları birlikte göğüslemeyi de gerektirir. Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatının çok kritik
noktalarında “şura”ya başvurdu.. Mesela Uhud Savaşı öncesi. Bireysel kararlarda
son kararı bir kişi alır tamam ama başkalarını da ilgilendiren durumlarda
kararın ortak çıkması önemlidir. Aile içinde de tek bir karar mekanizması olamaz.
Kur’an çok ilginç bir noktada, boşanma evresinde, çocuğun sütten normal iki
yıllık süreden önce ya da biraz daha sonra kesilmesiyle ilgili karşılıklı rıza
ile danışarak karar almaya atıfta bulunur. (Bakara 233) Bundan benim çıkardığım
sonuç şu: Böyle bir konuda boşanmak üzere olan eşler bile ortak karar alıp
uygulayacaklar ise, bundan daha karmaşık hayat sorunlarında, evliliği devam
eden çiftler bu ilkeye çok daha itina etmek zorundadır.
Evlilik için olmazsa olmaz
ilkelerden bir diğeri kul hakkına riayet etmektir. Bu, genelde aile ile ilgili,
evlilik ile ilgili başlıklar altında çok düşünülmeyen bir dini kavramdır, oysa
mutlaka işin içinde olması gerekir. Bu, yine karşılıklı haklar ve
sorumlulukların üstünde bir değerdir. Hukuki-şer’i olabilir talebiniz ama
uygulanması ahlaki, insani olmayabilir. Mesela erkeğin cinsellik talebiyle ilgili
Hz. Peygamber’in hanımları sıkılayan cümleleri vardır, ciddi mazeret olmadan
reddetmeyin diye. Hanımının açıklamasını yeterli bulmayan, üstüne üstlük insani
hassasiyeti biraz körelmiş erkekler bu sıkılamalardan faydalanmak isteyebilir.
Ancak zaman zaman bu faydalanma boyutu bencilliğe yenilebilir, iş istismara
dönüşebilir incinmiş, kalbi kırılmış bir kadından cinsellik talep ederken.Bu
durumda son derece “insanca!” tablolar
ortaya çıkabilir zira hayvanlar âleminde dişiyi ikna etmeden, gönlünü almadan çiftleşme,
taciz ve tecavüz görülmez. Dolayısıyla olsa gönülsüz bir kadınla zorla ilişkiye
giren bir erkeğin tutumuna “hayvanca” demek hayvanlar âlemine hakaret olur, bu
çok “insanca” bir tutumdur. Bu konuda fiziki olduğu gibi manevi zor kullanma
kul hakkı kapsamına girmeye çok yakındır. Öte yandan cinselliği kocasının
başında Demokles kılıcı gibi kullanan kadınlar için de “kul hakkına girmek” söz
konusudur. Meşhur “başım ağrıyor” cümlesi, mazeret beyanından çıkıp bahaneye
dönüşmüşse ortada ciddi bir sorun var demektir. Peki kim için, ne zaman bahane
ve ne zaman mazeret? Ya da erkeğin ısrarı? İşte bu soruların cevaplarını bir
Zülfikâr’la kesip atamıyorsak -ki
atamıyoruz- evlilik belki kul hakkının en çok karıştığı konulardan biridir
demek zorunda kalırız. Ayrıştırması son derece hassas konularda “kul hakkı” önemli bir mihenk taşıdır. Çünkü
yaşanan hiçbir detay burada kalmaz, hepsi yarın ortaya dökülür, en ufak bir
emek ya da umursamazlık karşılık bulur, eşlerin bunun farkında olması
lazım. Bir insanın hassasiyet
geliştirdiği konularda gözünün içine baka baka onu umursamıyorsak bu bir kul
hakkıdır. “Benim için önemli değil, ama eşim için önemli.”denebiliyorsa evlilik
için emek verme, terleme zamanı gelmiş demektir.
Umursamazlık bir evlilikte yaşanabilecek
en zorlayıcı ve kötü hallerden biridir. Derecesi değişir, ağır ve ya hafif bir
kul hakkı olur ama evlilikte en çok dikkat edilmesi gereken konulardan bir
tanesidir. Dolayısıyla bir bütün olarak anne- baba ilişkilerine, çocuk
ilişkilerine bakarsak aile ilişkilerinde en çok gündemde tutulması gereken
konulardan birinin kul hakkı olduğu ortaya açıkça çıkar. Bizim algımızdakul
hakkı üçüncü kişilerle ilgili bir konudur. Oysa Kuran’ın çok çarpıcı bir yaklaşımı
var: Ahirette, yarın insan öğrencisinden kaçmaz, amirinden, memurundan,
arkadaşından kaçmaz; annesinden babasından, çocuğundan, eşinden, kardeşinden, en yakını kimlerse onlardan kaçar. Çünkü en yalın
halimizi aile fertleri görür. Dışarda bin bir çeşit maske takabilirsin yüzüne
ama kapıyı kapatıp içeri girdikten sonra gerçekten sensindir. Dışarda “el iyisi”
isen, içerde onu devam ettiremezsin. İyilik gerçekten senin içinde özdeşleşmiş
bir hal değil de maskenin gerektirdiği bir hal ise eve girince o maske düşüverir.
Evlilikte üretilmesi gereken bir hizmet var. İlk önce eşlerin birbirlerine karşı,
aynı zamanda Allah’a ve bir de topluma karşı, insanlara karşı üretilmesi
gereken kıymetli bir hizmet var. Çünkü yuvasında mutlu olmayan bir insanın
ceremesini hepimiz çekiyoruz. Kendini iyi hissetmiyorsa, kendini güvende
hissetmiyorsa bunun faturasını hep beraber ödüyoruz. Dolayısıyla bu aynı
zamanda Allah’a karşı da bir sorumluluktur. Çünkü bizi bir eşe ihtiyaç duyacak
halde yaratan, yuva kurma arzusu veren, insanları akrabalık ve diğer bağlarla
birbirine bağlayan O’dur.Kadınla erkek arasındaki şefkati, aşkı Varlığının
delili yapan da O’dur.(Rum, 21) Dolayısıyla sevgi de evliliğin olmazsa olmaz
parçalarından biridir.
3- Evlilikte mutlu olmanın yolları ilk
başta salih ve iyi bir niyete bakar.
-
Gözünü yabancıdan {namahramden} çekmek,
-
kendini {namusunu} korumak,
Kim ki bu niyetlerden biri veya
birkaçı üzerine evlenirse Allah’uTeala bu evlilikte o erkeği bu kadınla ve o
kadını da bu erkekle mes’ûd eder. Günümüzde evlilikler hangi niyetlerle
yapılıyor ki sağlam bir temel oluşturulamıyor?
Niyet okumak gibi bir niyetim
yok. Boşanmanın artmış olması bir krize
işaret ediyor, doğru. Ancak krizi fırsata dönüştürmenin bir yolunun da aranması
gerektiğini düşünüyorum. Şöyle bir söylem duyuyorum bu konuyla ilgili:“Bizim
çok sağlam bir aile yapımız var ve batıdan gelen tesirlerle bu sağlam yapı
sarsıldı, tekrar onu inşa etmeliyiz. “ Bu doğru bir gözlem değil bana
sorarsanız. Bizim aile yapımız içinde yolunda gitmeyen birtakım unsurlar vardı.
Daha çok kadının susması üzerinden gidiyordu. Şimdi artık kadın, içinde
bulunduğu şartlarla birlikte bu kadar susamayacağını, bu kadar içine atıp da
gidemeyeceğini fark etti ve konuşmaya başladı. Erkek bunu tolere edemedi. Bu
içimizde yaşadığımız şartların bize getirdiği bir hal; istesek de böyle,
istemesek de. Ama en azından bu evliliğe katlanılabilir mi, katlanılamaz mı buna
karar verirken kadının eli eskiye göre çok daha güçlü. “Hayır! Katlanmak
istemiyorum. Çünkü bu hayatı devam ettirmek için ona muhtaç değilim.” Kadın bunu
çok daha rahat söyleyince, erkek aile sorumluluğunu rahatça sırtından
atabileceğini, her iki taraf da kararlarından dolayı yarın Allah’a hesap
vereceğini gözden kaçırınca boşanma oranı arttı. Krizi fırsata çevirmek işte
burada devreye giriyor. Buna hayıflanmak yerine “bizim aile yapımızda yolunda
gitmeyen neler vardı da sonuç böyle oldu? Konuya buradan bakmak ve doğru
teşhiste bulunmak lazım.
Erkek açısından da farklılaşan
çok husus var. Eskiden sadece erkek olmak, başarılı bir evlilik yürütmek için
yeter şarttı. Özel bir şey yapmasına gerek yoktu. Para kazanırdın, getirirdin,
evine bakardın ve işler tıkırında giderdi. Bu dengenin bozulmuş olması
erkeklerin de kimyasını değiştirdi. Erkek olmanın yeni tanımını yapamıyoruz.
Eski tanımına dönemiyoruz. Ortada bir rol karmaşası var. Boşanma ya da yolunda
gitmeyen evliliklerde özellikle erkek figürünün bu tip rahatsızlıklarının, kafa
karışıklığının çok etkin olduğunu görüyoruz. Bir kısmı hiç bunlara takılmadan
eski yöntemi devam ettirmeyi istiyor. Evlilik devam edebiliyor ama boşanmadan daha
önemli bir sorun ortaya çıkıyor. Devam etmemesi gereken evlilikler devam
ediyor. Devam etmesi toplumu çok zedeleyen çok örseleyen evlilikler de devam
ediyor. Nasıl örseliyor; kadın erkek ve evlilik imgesi çocukların zihninde bozuluyor.
Ve bu toplumsal hayatın sonraki aşaması için bir sıkıntı ama genel değerlendirmeler
bunu görmezden geliyor, sadece boşanma oranlarının artmasına odaklanıyor. Yani
pek çok sebep var ama bunların hepsinin özünü ben, rol karmaşası, kendi doğal
halini ve ona yüklenen rolleri birlikte ifade edememek diye görüyorum. Çünkü
kadına biçtiğimiz bir rol var. Bir geleneksel rol var, bir de şimdiki şartların
yüklediği. Kadının kendi içinde durmayı
istediği bir yer var. Erkeğin bir babasından, atasından gördüğü, bir şimdiki
halin getirdiği roller ve bir de kendi olmak istediği tabii hali var. Bu rol
karmaşası benim anlayabildiğim kadarıyla evlilikleri risk altına sokan
hususların başında geliyor. Nereden gelip nereye gideceğimizi bilemediğimiz bir
yol ayrımında duruyoruz. Kadın olmak ne demek, erkek olmak ne demek? Eskiden
daha iyi tanımlanmış açık kodlar olduğu için en azından o kodlar üzerinden
evlilikler gidiyordu. Kadın dediğin sabreder, erkek dediğin parayı getirir, duygularını ifade etmez. Onun için bizim
anneannelerimizin; “ Ay adam bana hiç beni sevdiğini söylemedi” diye bir derdi
büyük ihtimalle yoktu. Çünkü onun kadınlık ve erkeklik algısında böyle bir şey yoktu.
Şimdi “yaş günümü unuttu, sevgililer gününü atladı” al sana kriz. “Annem, babam,
çocuklarım hatırladı; eşim hatırlamadı.”“Oysa adam dediğin kimesne, karısının
yaş gününü hatırlar.” Bu şimdi içinde bulunduğumuz şartların getirdiği bir
kriter arayışı. Adamın unutmaması için her şey hazırlanmış. Ve standart bir
algı da oluşuyor kısa zamanda. Bunları
yeniden kodlamaya ihtiyaç var. Ne düne dönebiliyoruz ne de sağlıklı bir yarın
inşası için bugünü gönlümüzce yaşayabiliyoruz,bana sorarsanız küreselleşen
algılarla insanlık bir girdaba sıkışıp
kaldı ama buradan çıktığında her şey daha doyurucu dengelerin üzerine oturmuş
olacak. Hülasa erkekliğin ve kadınlığın kitabını yeniden yazmak gerek.
Eğer bu yeni kodlama esnasında
dini kavramlardan destek alacaksak önce “Dünya neresi? Ahiret neresi? Bu
evlilik dediğin şey, bu uzun yolculuk, bu paylaşım; bu ikisinin ortasında
nerede duruyor?”sorularına cevap vermek ve bütün bunları tekrar sorgulayıp yeni
bir evlilik algısı üretmek zorundayız. Evlilik algısı yeni kadınlık-erkeklik
imgeleri oluşturmayı da zorunlu kılıyor. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu
konuda çok zarif erkeklik halleri var. Kur’an’ın da bu konuda söylediği, bir tarafıyla çok
romantik. ( Furkan suresinde yer alan dua, “Gözümün nuru olacak insanlar ver”,
bu çok duygusal ve “Lütfet, evliliğim aşk evliliği olsun Allahım” diyen bir
cümle bence) Şimdi bunların hepsini, kadınlık-erkeklik hallerimizi ve buna
bağlı olarak da evlilik halimizi yeniden inşa ederken göz önünde bulundurmak
gerekiyor. Dolayısıyla başlangıçtaki niyetten ziyade sonrasındaki yöntem ve
yaklaşımla ilgili sorunlarımız var.
4- İslam, evliliğin uzun ömürlü
olması için iyi bir eş seçiminin yapılmasını esas alır. Sizce iyi bir eş nasıl
olmalıdır?
İyi bir eşin tanımı yapılamaz. Kimin
için iyi eş diye sormak gerekir önce. Toplumumuzun evlilikle ilgili en ciddi
kusurlardan bir tanesi:İyi bir insan, herkes için iyi bir eş olabilir. Bu
ölümcül bir paradigmadır. Böyle bir kural yok. Filan bey Ayşe’ye ya da Falan
hanım Mustafa’ya iyi bir eş olabilir ama Leyla’nın ya da Orhan’ın kişisel
özelliklerine, beklentilerine uymuyorsa çok zorlayıcı bir ilişki ortaya
çıkabilir. Schopenhouer’un enteresan iddiaları var bu konuda. Bir tanesi, bizde
ne yoksa bunu taşıyan birisini ararız. Yani çok uzun boylu bir adam, çok uzun
boylu bir kadınla evlenmek istemez diyor, Gide gide orta boylu bir kadına âşık
olur. Çünkü neslin uygun devamı için tedbir almak gerekir ve bunun bilgisi
insanın bilinçaltında mevcuttur diyor yazar. Esmerler sarışına düşkün olur,
sarışınlar esmere…Bir kısmının karşılığı var gerçekten. Sendeki hallerin
karşılığı olacak, ana hatlarıyla denk gelecek birisi iyi eştir. “Ruh eşi” tanımlamasına
çok mesafeli duruyorum çünkü “karşılığı” olmakla “aynısı” olmak çok farklı
şeyler.
Mesela baskın karakterli
erkekler, daha mülayim kadınlara meyleder. Kendisi gibi baskın kadın istemez.
Tam tersi de doğrudur. Neye ihtiyacı olduğu kişiye göre değişecek bir
husustur. “İyi bir insan, bundan iyi eş
olur” denilemez. O kişi kendi içinde onunla evlenmeyi düşünen kişi için iyi mi,
buna bakılması lazım. Bir de aynı anda evlilik için iyi özellikler mi bunlar?
Bu soru da önemli. Sessiz, içine atan,”ağzı var dili yok” insan modeli toplumda
ne kadar beğenilse de, evlilik için bu özellikler son derece tehlikeli
olabilir. Zira ne zaman ve nasıl patlayacağı belli olmayan bir bombayı evine
alıyorsun demektir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir
sözü var, bunu anlamakta çok zorlanıyoruz. Özellikle dini hassasiyeti yüksek kesimler
için geçerli bir cümle; “Bir insanla güzelliği için, parası için, soyu sopu
için ve dindarlığı için evlenilir. Sen dindarı seç.” diyor. Hay hay, Efendimizin
sözü başımız gözümüz üzere. Ama onun dindarlık dediğiyle, bizimkinin aynı
olmadığını fark etmek lazım. Şu an bizim için namaz kılan, oruç tutan adam
dindar adam. Oysa dindar olmanın yeter koşulları bunlar değil. İnsanla
ilişkilerinde iyi olması, Allah’a karşı sorumluluk bilincinin yüksek olması
gibi başka kriterlere de ihtiyacı var. Yalan söylüyor ve namaz kılıyor, ikisi
aynı anda bir insanda rahatlıkla buluşabiliyor, bu örneklerle karşılaşabiliyor.
Onun için şu an cari dindarlık algısı, Hz Peygamber (s.a.v.)’in kullandığı
anlam ile aynı paralelde değil, dikkat etmek lazım.
5-Evlilikte eşlerin denkliği
konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu evliliğin en önemli, kurulma
aşamasında üzerinde en çok durulması gereken hususlarından biri. Zahiri gözle
değil manevi gözle de çok irdelenmesi gerekir. Sadece kıstaslara baktın; bunun ailesinin
mal varlığı şu kadar, benim de ailemin mal varlığı bu kadar; benim alıştığım
hayat tarzı bu, onunki de öyle,eğitim durumları da yakın, şu durumları, bu
durumları yakın, tamam, oldu. Kişilik yapıları itibariyle de öyle. “Bu bununla
uyumlu mu? Bu bununla denk geliyor mu?” bu soruyu çok farklı açılardan sormak
lazım. Ufukları aynı ya da yakın mı mesela, çapları, idealleri? Hayatın
sorularına cevapları yakın mı?Hayat hedefi aynı mı? Denklik için olmazsa olmaz
kriterler bunlar benim anladığım kadarıyla. Ufuk ve çap tutmadıysa diğer bütün
kriterler uysa bile ortaya çıkacak bir hayır olmuyor. Hayatını ilme vakfetmiş,
hayali ilmini sadaka-i cariye olarak bırakıp dünyadan ayrılmak olan birisinin
eşinin hayat idealinin para kazanmak ve harcamak, yemek içmek olduğunu düşünün.
Tam bir milli felaket! Burada özellikle kadınların şunu bilmesi lazım; adamın
karatı geniş, kadının karatı dar ise bu toplumsal koşullarda ciddi sıkıntı üretmiyor.
Sürekli bir yetişme derdinde kadın. Ancak bunu toplumca bir şekilde tolere
edebiliyoruz.. Üniversite mezunu bir beyle ilkokul mezunu bir hanım evlenip
mutlu geçinebiliyorlar. Çünkü erkeğin ihtiyaç duyduğu;kadınım bana hayran
olsun; kadının ihtiyaç duyduğu, ben erkeğime hayran olayım. Bu temel üzerinden
devam edebiliyor. Bunlar temel kadınlık ve erkeklik beklentileri, en azından şu
an için böyle. Ancak tersi durumda erkeğin kadın kadar bilgili, eğitimli,
güçlü, ona denk olmadığı durumlarda bu tolere edilebilir bir durum olmuyor,
evliliğin kimyası ana hatlar itibariyle bulunamayabiliyor. Erkeğin kadına denk
olması esastır. Çünkü erkeğin reisi olarak konumunu sürdürebilmesi için bu
denkliğe ihtiyaç var. Bu kadını çok kollayan ve koruyan bir prensip. Ya
değilse, denklik erkeğin aleyhine işliyorsa, o rolü üstlenmiyorsa; bu da
evlilik için ciddi sıkıntılara sebep oluyor.
6-Evlilik İnsanı Allah'a
Yaklaştırmalı ! Bunun hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Benim anladığım kadarıyla,
evlilik hem olumlu, hem olumsuz taraflarıyla insanı Allah’a yaklaştıran bir
süreç. Olumlu tarafları açık; yani teşekkür etmek yaşadığın güzellikler için,
çünkü neşeli, huzurlu bir yuvada bir zaman kesiti, Cennette geçirilmiş bir zaman
gibi kıymetli ve doyumsuz..O samimiyeti, sadece bir anın fotoğrafını çekmek
gibi yakalasanız bile kıymetli. Ama huzursuz yuva da Cehennemin buraya taşınmış
hali gibidir. Yani hem iyi hali hem de kötü hali var evliliğin ve bu anlar insanı derinden etkiliyor hem mutluluk, hem
mutsuzluk tarafıyla.Hem uyumluluk hem uyumsuzluk üzerinden, bunu verenin,
yaşatanın, nasip edenin kim olduğuna bakmak; bizim karşımıza böyle bir insanı nasıl
ve neden çıkartmış olduğunu kestirmeye çalışmak hayatı tanımak olduğu kadar,
Allah’ı tanımanın da kapısını aralıyor... Olumsuz yönleri evliliğin, sabrıyla,
yutkunmasıyla, görmezden gelmeye çalışmasıyla son derece kıymetli bir eğitim
imkanı sunar . Çok yakınında, hemen yan yastıktaki insan bile olsa;“beni Senin
kadar anlayan yok, Senin kadar gönlümün bütün kıvrımlarını bilen yok Allahım!”
eğitimi de başlı başına insanı evlilik üzerinden Allah’a yaklaştıran bir husus
olur. Yani hem olumlu değerleri, hem de olumsuz değerleriyle insanın kendisini ve sınırlılıklarını fark etmesi,
bir başka insanı da bu kadar yalın, bu kadar yakından tanıma fırsatı sunması,
Allah'la ilgili bilgimizi ve kabullerimizi de geliştiren zenginleştiren bir husus
ve şu cümleye bağlamış olalım mevzuyu:“Kendini bilen kendinin farkında olan
O'nu da bilir.”
7-Evlilik kader mi?Biz
doğduğumuz gibi Yüce Allah evleneceğimiz insanı belirliyor mu? yoksa Allah bu
konuda iradeyi bize mi bırakıyor? Karşımıza talipler çıkarıyor ve seçimi biz mi
yapıyoruz? Burada irade ne kadar elimizde?
O kadar hassas bir denge var ki bu
konuda; kader desem, kader değil; irade desem irade değil. Çok hassas bir nokta
var. Açıklanabilir bir şey değil. Kader mi? Bu soruya evet kader, hayır değil demek için; hayatın tamamını bilmeye ihtiyaç
var. Çünkü olası
hallerle birlikte hayatın tamamını gördüktensonra “o zaman Mustafa’yla değil de
Ali’yle evlenmiş olsaymışım” üzerinden fikir yürütmek mümkün olur. Dolayısıyla
burada bilebileceğimiz bir şey değil bu. Yani ben kader mi sorusuna cevap
veremiyorum. Ancak şu kadarını bilebiliyorum: Kendi beklentilerinin farkında olmak,
karşısındakini tanımaya çalışmak, başkalarının söylediklerine kulak vermek, âşıksan
bile kulak vermek, başkalarının tecrübelerinden faydalanmak, bunların hepsini
bir araya getirmek.. Bunlar çok önemli. Bundan sonrasının ne kadarı kader? Asıl
olan, o esnada kendi üzerine düşeni yerine getirebildin mi? Olay bu. Üzerine düşeni yapmadın ama harika
diyebileceğin bir evliliğin oldu, Elhamdülillah. Üzerine düşenleri yaptın
felaket oldu: vardır bir hayrı, bakalım..
Öte yandan insanın yaşadıklarına
nasıl baktığı, kaderinden çok daha önemli bir konu bence. Yani kader sorusuna
cevap vermekten çok daha önemli bir konu. Hiçbir şey durduk yerde yaşanmaz,
önemli olan neden böyle olduğunu anlayabilmek, bu konuda kafa yorabilmek. Bütün
bu durumlarda “Ne kadarı kaderdir, ne kadarı
irade?” anlamaya çalışmaktan daha önemli olan; “Bu durumdan ne öğreniyorum ve
bunu hayatımda nereye yerleştiriyorum?”sorusuna verilen cevaptır.
8-Kur'an-ı Kerim'de Rûm suresi
21. Ayette evlilik ve aile hakkında: "İçinizden, kendileriyle huzura
kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet var etmesi, O 'nun varlığının
belgelerindendir. Bunlarda düşünen milletler için dersler vardır."
buyrulmuştur. Bu ayeti bize biraz açıklar mısınız?
Allah bu konuyla ilgili yani
kadın ve erkeğin birbirine yakınlığı ile ilgili çok ilginç ve çok etkileyici
cümleler kurmuştur. Kadın ve erkek arasındaki yakınlığı, şefkati, aşkı ; Allah
kendi varlığının delili olarak ileri sürmüştür.
Ve bu tevhit konusunda bu kadar hassas bir kitabın bu konunun önemine
ait söyleyebileceği belki en uç cümledir, şah cümledir. Bu inanılmaz büyük bir
cümle. Benzer bir düşünceyi çağrıştıran diğer ayetlerle bir arada düşününce,
Allah bu ilişkinin tarafı gibidir. Bu işlerin iyi ve adil güzel bir şekilde
gitmesinin tarafı gibidir.
Şöyle
bir algı hala var ne yazık ki:Mücadele et, evlen ve bir ömür boyu mutlu
yaşa!Masallardaki bu gidişat, gerçekten masaldır, yok böyle bir şey. Beklentileri
makul tutmak gerekir. Yani genellikle sıkıntıları bitirdiğimiz bir evlilik
hayal ediyoruz. “O ana kadar bütün boşluklarımız dolacak, bütün sıkıntılar
gidecek, bir ömür mutlu mesut yaşayacağız.” Böyle bir şey yok. “Bir hayatı
beraber el ele tutuşarak yürümeye çıkacağız. Bu zamana kadar yalnız yürüyordum,
şimdi senin elinden tutarak yürümeyi istiyorum.” Evlilik bu.
Evliliği
Kur’an’ın örtü olarak tavsif ettiğini söylemiştik. Şunu da bilmek lazım: Mutlaka
o örtüde açık kalan bir yer olacak. O örtü bir insanı olduğu gibi örtmez,
örtemez.. Ayağını örtsen, başın açık kalır, başını örtsen ayağın. Neresi açıkta
kaldıysa bak orası en çok örtülmesini istediği yerdir insanın büyük ihtimalle. İşte
eşin örtemediği taraf da zaten kişinin eğitildiği yerdir.“Ya bu insanın da şu
özelliği yok ama ne yapalım, diğer özellikleri çok güzel” deyip geçen çok az
kişi vardır. Bu, insanın zihnindeki olmayana odaklanma, olmayanın peşinde koşma
hali ile son derece uyumludur. Evlilik bir yönüyle böyledir, zira dünyada geçekleşir,
dünya da imtihan yeridir. Evlilik böyle işlevsel ve birbirini tamamlayan
yönleriyle bir bütün olarak ele alınmalı. Sürekli çok mutlu ya da daimi mutsuz
bir süreç değil, sıkıntıları da var, mutlulukları da..Alın teriyle ortaya
konacak, yutkunmayla, insanın kendi sınırlılıklarını öğrenmesiyle devam
ettirilebilecek bir süreçten bahsediyoruz. Çünkü en yakın ilişkidir bu. Anne,
baba ve çocukla kurduğumuz ilişkiden bile yakın. Farklı iki insan, farklı
şartlarda yetişmiş.. Düşünün, kardeşimizle ne kadar anlaşıyoruz? Bazen, aynı
evde büyümüş insanlar olmamıza rağmen, kardeşlerimizle bile ne kadar
zorlandığımızı fark ederiz.
Dolayısıyla
tam da hayat gibi bir şeydir evlilik. Bir tarafından çok tatlı, bir tarafından
çok zorlayıcı. Biz bizimkinin hangisi olduğunu anlayana kadar da zaten ömür
biter :)